Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum.
Bazı cümleler vardır, yalnızca bir sahnenin değil, bir ömrün perdesini indirir. Ne alkış kalır geriye, ne de bir selam. Sadece yarım kalmış bir his… Sadece içe çöken bir sessizlik.
İnsan bazen birine hiçbir zaman sarılmamış olmanın ağırlığını taşır. Ne büyük acıdır bu: Hiç dokunamadığın birine dair özlemi ömür boyu sırtında gezdirmek. Sarılmak, aslında sadece iki bedenin değil, iki hayatın birbirine değmesidir. Ve bazen bu temas, bütün bir ömrün en büyük eksikliği olur.
Son sözler…
Onlar çoğu zaman asla söylenmez.
Dilin ucunda bekler, ama kalbin cesareti yetmez.
Ve eteklerdeki taşlar…
Hiçbir zaman dökülemez.
Çünkü insan, gitmesi gerekenleri taşımaya alışır. Yükü acı olanın, bırakılışı da acı olur.
Belki diye başlar insan içinden geçen cümleler:
“Belki bir gün söylerim…”
“Belki bir gün sarılırım…”
“Belki bir gün…”
Ama hayat cömert değildir “belki”lere karşı.
Çünkü bazen söyleyecek tek bir sözün kalmasa bile,
son bir kez sarılmak, insanın hayatla olan bütün hesabını kapatabilirdi.
Ama sarılmadın.
İşte bu, yarım kalmışlık hissidir.
Bir hikâyenin son sayfasının yırtık olmasıdır.
Bir şarkının en sevilen yerinde kesilmesidir.
Bir vedanın hiç yapılmamış olmasıdır.
Ve insan en çok orada kaybolur.
Derler ya, “Her güzel şeyin bir sonu vardır.”
Oysa bazı güzel şeylerin sonu bile olmaz.
Çünkü başlamaya cesaret edemediğimiz duygular, bitmeye de izin vermez.
Birini sevip söyleyememek,
Birine özleyip dokunamamak,
Birine “kal” diyemeden gitmesini izlemek…
İnsanı yıllarca ayakta tutan şey bazen umut değildir.
Bazen insanı ayakta tutan, içinde kapanmamış bir sahnedir.
Tiyatro biter.
Işıklar söner.
Perde kapanır.
Ama insanın içindeki oyun bitmez.
Ve beklemeye lüzum görmüyorum diyenler…
En çok bekleyenlerdir aslında
